Ingmar Bergman'la Tanışma
Son zamanlarda Ingmar Bergman’a takılmış durumdayım. Ben bir
sinema dahisi değilim. O yüzden
sinema üzerine yazmak benim için çok yeni. Sadece filmler bende yazma
hissi uyandırıyor. Zaten internette kaybolmak fikri bile keyifli.
Yeni yeni kült yönetmenlerin filmlerine ilgi duymaya
başladım. Daha izlediklerim bir avuç. 25 yaşındayım. Geç mi kaldım? Sanmam. Bir
arkadaşımın tavsiyesine göre kendime bir işi iyice öğrenmek için 5 yıl
veriyorum. 30’umda görüşürüz. Bu yaşa kadar çoğu filmi izlememiş olmamın avantajları da var. Bana keşfedecek
koca bir sinema tarihi sunuyor.
Ingmar Bergman takıldığım ilk yönetmen. Son zamanlarda
annemden çok Liv Ullman’ı görüyorum. Aslında bu sıcaklara Bergman hiç
yakışmıyor. Onun siyah-beyazlarına bakarken, elimde bir kahveyle üşümek
istiyorum. Perdeleri sıkı sıkı kapatsam da dışarıdaki neşeli çocuk seslerini
önleyemiyorum ya da komşu kadın kahkahalarını. Ama Bergman’a bağlanıyorum. Onun
filmlerini evimin beyaza boyalı tahtalardan oluşan yerine oturarak izliyorum. Ellerimi
yerdeki tahtaların üzerine koyuyorum. Ne sıcak ne soğuk. Tahtanın dokusu güzel.
Beyaz bir bardakta kahve koyuyorum yanıma. Perdeler beyaz. O an kendim de
siyah-beyaz bir hayatın içindeymişim gibi. İsveççe nasıl da tatlı geliyor
kulağa. Çaya madlen batırmak gibi İsveççe. Kuzeye özel bir ilgim var. O melankoli
bana çok gizemli geliyor. Çok iyi, çok düzenli ama çok yalan aynı zamanda.
Bergman benim yönetmenim olabilir mi diyorum acaba? Görücez…
Yorumlar
Yorum Gönder