Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ingmar Bergman- Scener er ett äktenskap/ Bir evlilikten manzaralar

Resim
Hollywood bütün hayatımızı şekillendiriyor. Anlayacak yaşa gelip de bazılarımızın burun kıvırmasıyla da geçmiyor bu etki. Çocukluğumuzda izlediğimiz her kare bilinçdışımızın bir köşesine kayıtlı. Severken de, ayrılırken de, korkarken de, kullandığımız bu kodlar hep Hollywood’dan. Beyaz atlı prensler beklememiz de, her yerde paranormal varlıklar aramamız da, evliliği, aşkın son durağı sanmamız da hep bundan.

Ingmar Bergman- Sasom I En Spiegel/ Aynadaki Gibi

Resim
Çocukken sadece ‘Allah baba’ vardı. O zamanlar henüz ‘ama bu çok cinsiyetçi bir söylem’ diyecek yaşlarda değildik. O yaşlara geldiğimizde daha çok ‘Tanrı var mıdır?’ diye sormaya, sorgulamaya başladık. Bazı zamanlar ise, bazı şeyler çok basittir aslında. Bir yönetmen çıkar ve ‘Tanrı, sevgidir’ der. İnanırız. İnanmak bu değil midir zaten. İsteyince olan… - Sevgi, Tanrı’nın varlığını kanıtlar mı Baba? - Sevgi, Tanrı’nın varlığını mı kanıtlar yoksa kendisi midir bilmiyorum.  

Filmekimi- "Norm'alin dışında kalanlar"

Resim
İzmir’de böyle etkinlikler yapıldığında seviniyorum çünkü İzmir bu etkinliklere aç bir kitleye ev sahipliği yapıyor. Yani belki talep İstanbul'daki kadar değil (Bunu festivale 3 gün kala tüm filmlere bilet bulabilmemden anlıyorum. İstanbul'da mümkün değildir.) ama en azından Karaca Sineması’nın koltuklarını doldurmaya yeter de artar ya da herhangi bir tiyatro salonunu. Eskisi gibi değil elbet. Konser ya da tiyatro alanlarında da büyük gelişme var. Artık sadece Fazıl Say veya Genco Erkal gelmiyor İzmir’e. Ama bir tarafıyla da eksik hep. Biraz köhnemiş bir ruhu var çünkü. Hala kabul edemediği, barışamadığı uçları var İzmir’in. Filmekimi’nin çeşitli illere de yayılması fikrini kim bulduysa alnından öpmek gerektiğini düşünüyorum. Böylece evimden sadece 40 dk. uzaklıkta film festivaline katılmış oluyorum. Bunun için taa İstanbul’a gitmeme gerek kalmıyor. Festival izleyicisi olmak biraz ayrıcalıklı bir durum bence. Sanki özel bir kulübe üye olmak gibi. Birçoklarının anlama

Ingmar Bergman- Vargtimmen/ Kurdun Saati

Resim
Karanlık ve aydınlık... İki büyük olgu... Karanlık, kötü, ürkütücü, kaçınılması gereken... Ve belki de ölüm… Aydınlık, iyi, güneş, hep arzulanan. Ve belki de hayat… Her zaman karanlıktan korktuk. Bütün bilinmezlerden korktuğumuz gibi, ölümden korktuğumuz gibi, bizim gibi olmayanlardan korktuğumuz gibi... Oysa belki de tersi doğru. Ben bu defa Mozart'ın yolundan gitmek istiyorum. Onun ölürken yazdığı dizelere inanmak istiyorum. Ya da ben sadece inanmak istiyorum.   -Ah karanlık gece ne zaman biteceksin? Karanlıkta ışığı ne zaman bulacağım? -Çok yakında, çok yakında ya da hiçbir zaman. -Çok yakında mı? Çok yakında mı? Ya da hiçbir zaman? -Pamina hala yaşıyor mu? - Pamina hala yaşıyor.

Ingmar Bergman- Höstsonaten/ Güz Sonatı

Resim
Anneler fedakardır. Ve biz bu fedakarlığı hayatımızla öderiz. Yemez yedirir, giymez giydirir, yaşamaz yaşatır ama aynı zamanda ne yiyeceğimize, ne giyeceğimize ve nasıl yaşayacağımıza müdahale de eder. Hangi okula gideceğimiz, kimlerle arkadaşlık edeceğimiz, kiminle evleneceğimiz, kaç çocuğumuz olacağı üzerinde söz hakları vardır. Kimi zaman da tek söz hakkı onlarındır. Her zaman hayat bir tiyatro oyununa benzetilir. Herkesin bir rolü vardır ve bu rolleri oynamak zorundayızdır. Hayat budur ama şimdiye kadar kimse bize senaryonun annelerimize ait olduğunu söylemedi. “Bir anne ve kızı… Duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kompozisyonu.”