Ingmar Bergman- Vargtimmen/ Kurdun Saati



Karanlık ve aydınlık... İki büyük olgu... Karanlık, kötü, ürkütücü, kaçınılması gereken... Ve belki de ölüm… Aydınlık, iyi, güneş, hep arzulanan. Ve belki de hayat… Her zaman karanlıktan korktuk. Bütün bilinmezlerden korktuğumuz gibi, ölümden korktuğumuz gibi, bizim gibi olmayanlardan korktuğumuz gibi... Oysa belki de tersi doğru. Ben bu defa Mozart'ın yolundan gitmek istiyorum. Onun ölürken yazdığı dizelere inanmak istiyorum. Ya da ben sadece inanmak istiyorum.

 


-Ah karanlık gece ne zaman biteceksin? Karanlıkta ışığı ne zaman bulacağım?
-Çok yakında, çok yakında ya da hiçbir zaman.
-Çok yakında mı? Çok yakında mı? Ya da hiçbir zaman?

-Pamina hala yaşıyor mu?-Pamina hala yaşıyor.

Mozart bu satırları yazdığı zaman ölümcül bir hastalıkla boğuşmaktaymış. Ve 1Bergman’a göre iki soruya cevap aramaktaymış. Birincisi; ölüm neredesin? Ikincisi ise; aşk hala yaşıyor mu? Sorularına kendi satırlarında yanıt bulduğuna eminim ama bence burada başka bir şeyler gizli. Mozart ‘Sihirli Flüt’ adlı yapıtında yer alan bu dizelerde ölümü ışıkla, yaşamı ise karanlıkla özdeşleştirmiş. Sonunda gelecek ve tünelin sonunda görünecek bir ışık, sonsuz aydınlık ölüm ile hiç bitmeyen karanlık hayat. Ben ‘Kurdun Saati’nde Bergman'ın aydınlık ve karanlığı kullanışını böyle ele almak istiyorum. Karanlığı bekleyen adam... Sakın karanlığın geçmesini ve uyumayı bekleyen adam, karanlık derken hayatı, uyumak derken ise ölümü kastediyor olmasın? Uyuyamıyor çünkü yolun sonundaki o parlak ışık bir türlü gelmiyor. Hayat bol şeytanlı, oldukça karanlık ama ya ölüm... Hayır birazdan güneş doğmayacak, ölüm gelecek ve bizi aydınlığa götürecek. Yürü Johan, ışığa doğru yürü.

Yukarıdaki paragrafta Bergman’ı böyle ele almak/anlamak istiyorum dedim. Bu bana filmden bir sahneyi hatırlatıyor. Şatodaki kadın Johan ve Alma’ya, Johan’dan satın aldığı bir resmi gösterir. Johan bir önceki aşığı Veronica Vogler’in resmini yapmıştır. Kadın Alma’ya bunu anlatmakta ve kocasının ne kadar da önemli bir kısmına sahip olduğunu söylemektedir. 2Sanatçının eserlerinin onun bir parçası olduğu ve eserlerin bir bütün olarak insanın böylesi büyük bir kısmını oluşturması fikri, Bergman’ın iki filminde de (Persona ve Kurdun Saati) ve hatta Ingmar Bergman’ın hayatında da yinelenen bir temadır. Ben de burada tam da bunu yapmıyor muyum? Onu ve filmi sahipleniyorum. Analizlerimde mahremine giriyorum, adeta parça parça ediyorum hayatını. Bu hakkı kendimde görüyorum. Ve film, artık benim. Bence sanatçılar eserlerini icra ettikleri andan itibaren artık onların sahibi bizleriz, o eserlere aşık olanlar. Bu artık benim filmim.
 
3Yorumsuz algı olmaz. Başka bir deyişle her algıya yorumsama eşlik eder. Algılarken yorumlamaya başlarız. Daha gözlerimizi diker dikmez. Algıyı genişletiriz, inanılır olanda inanılmazı bulabilir, kastedilenden kastedilmeyeni çekip çıkarabiliriz. Bu nedenledir ki eserin anlamında sanatçı kadar seyircilerin de katkısı vardır, üstelik temaşa öncesi, yani eser sanatçının muhayyilesinde henüz cenin halindeyken.
 
4Bergman "Benim bütün filmlerim birer düştür" der. Bu filmi izlediğimiz zaman sadece bu sözü doğrulamıyoruz. Aynı zamanda filmdeki düşlerin, halisünasyonların da Bergman'a ait olduğunu anlıyoruz. Bunu doğrulayan bir diğer kaynak ise, Büyülü Fener adlı otobiyografisi.

5En çetin saatler sabah üçle dört arasındaki 'kurtların saatleridir', iblislerimin geldiği saatler. Kendime işkence etme, nefret, korku, isteksizlik ve öfke. Bunları baskı altına almaya çalışmanın hiçbir yararı yoktur. Çünkü bu, her şeyi daha da kötüleştirir. Gözlerim okumaktan yorgun düşünce müzik başlar. Gözlerimi kapatır, yoğun bir dikkatle müzik dinlerim ve dizginleri iblislerimin eline veririm. "Haydi gelin bakalım, sizin nasıl çalıştığınızı biliyorum. Ne isterseniz yapın, karşı koymuyorum." Iblisler iyice kudurur, sonra nefesleri tükenir, budalalık etmeye başlar ve sonunda yok olurlar. Ve ben birkaç saat uyurum.
 
Kurdun saati, ölümlerin ve doğumların en çok olduğu ve iblislerin Bergman'a musallat olduğu saat. Kurdun saati, zamanın durduğu saat. Oturuyorum. Dışarısı zifiri karanlık, biraz sonra havanın aydınlanacağına inanasım gelmiyor. En çok bu saatlerde üşüyorum. Üstüme bir hırka almak ve kahve içmek geliyor içimden ama kahve bile içimi ısıtamıyor. Özellikle yalnızsam ve herkes yattıysa ya da evde kimse yoksa ürperiyorum. Saatim olmasa zamanın durduğunu düşüneceğim. Ve sonra ölüm en çok bu saatlere yakışıyor. İnsanın ölesi geliyor. Dünya üzerinde bir tek ben kalmışım sanki. 1 saat, 24 saat oluyor. Ve belki de en umutsuzluğa düştüğüm anda koyu bir mavilik görünüyor perdelerin arkasından. Sonra o koyu mavinin rengi gittikçe açılıyor ve her yeri kaplıyor. Sonrası aydınlık.
 
Evet bu kişisel bir film hatta filmde Johan'ın çocukluğuna dair anlattığı ve nasıl karanlık bir dolaba kapatıldığını ve oradan çıkmak için yalvardığını anlattığı hikaye birebir Bergman'ın hayat hikayesinden. Meraklısı bu çocukluk hikayesini ‘Büyülü Fener’ adlı otobiyografisinde okuyabilir. Bergman filmlerini, biz onun hayatının izini sürelim diye yapmadı tabii ki ama filmi anlamanın bir yolu da yönetmeni tanımaktan geçiyor. Bergman'ın deyişiyle 6"Benim işim sizlerin duygularını harekete geçirip onları beslemekten ibaret….Insanlar bana mesaj konusunda bir şey sorduklarında daima şaşkınlık yaşarım; ben bir film yaparken tek istediğim şey,insanlarla ilişki kurmak, onlara bir hikaye anlatmak, onlarla birlikte olmak ya da etkileyerek onlara bir şeyler hissettirmektir.” Bergman'ın filmleri elbette kişiseldi ve bu onun en kişisel filmlerinden biri ama önemli olan bizim onunla bir bağ kurabilmemiz. Her film onun olduğu kadar bizim de. Hem biricik hem aynı. Mesela hepimizin şeytanları var. Hepimizin içinde şeytanlar var. Herkesin karanlığı ve aydınlığı var. Kim bunlar? Kim bu dedikoducu, kötücül insanlar? Hepimizin çevresinde yok mu bunlardan? Hatta itiraf edemesek de hepimizin içinde yok mu bunlardan? Biz de onlardan biriyiz. Kim bu şeytanlar? Toplumun kendisi şeytan, sürü psikolojisi ya da normlar... Sistem değil mi bizi sağlamların yanında bazı durumlarda çürük elma yapan? Benim şeytanlarım bunlar işte.
 
Kurdun Saati’nin Bergman'ın en kisisel filmlerinden biri olduğuna bir önceki paragrafta sık sık değindik. Hatta belki de en mahremi... 7Bergman’da bu konuda tersini iddia etmiyor. Fakat bu gerçeği bilmek filmi daha ürkütücü ve kafa karıştırıcı hale getiriyor. Daha filmin ilk yarısında Johan'la Alma'yı izlerken, neden bu ikili Bergman'la Ullmann olmasın ki diyorum içimden. Johan tam anlamıyla Bergman'ın kendisi. Çocukluk anılarıyla, rüyalarıyla, şeytanlarıyla... Ullmann ise, Alma rolünü oynadığı sırada hakikaten de hamileymiş, hem de Bergman'ın çocuğuna. Geriye bir tek yüzler kalıyor. Benzemeyen tek şey yüzler yani maskeler. Bir kaynak da filmin Ullmann'a bir mesaj verdiğini söylemiş. 8Bu filmin, genç ve hiç kuşkusuz saf Liv Ullmann için nasıl bir mesaj olduğu kolaylıkla görülmektedir, fakat Ullman filmin, dengesiz bir erkek sanatçıyla bir arada yaşamanın imkansızlığı konusunda ona bir mesaj taşıdığını  o zamanlar henüz anlayamıyordu. Geçmişe bakıldığında, dengesiz olan bir adam tarafından uyarılmak adildi çünkü o da  kendi eksikliklerinin acı verici bir biçimde farkındaydı. Alma'yla Johan yapamıyorlar. Evet birbirlerine benzemişler ama bu yeter mi? Biriyle beraber olabilmek için yeterli olan nedir? Ona benzemek mi? O olmak mı? Yoksa ayrı dünyaların insanı olmak, ayrı hayatlara sahip olmak mı? Bazen yetmiyor. Yetecek şeylere bizim gücümüz yetmiyor. Alma'yla Johan birbirlerine benziyorlar. Aynı halisünasyonları yaşıyor, aynı iblisleri görüyorlar. Bu saatten sonra iplerin kopması için biraz gerçeklik yetiyor. Günlüğün okunmasının yarattığı gerçeklik… Alma onu kurtarmak için kabuslarını bile paylaşıyor. Ama sen kurdun saatinden korkmuyorsun Alma, asla aynı olamazsınız. Sen karanlık değilsin, iyi olansın. Alma filmin sonunda Johan’ı kurtarmak için ona benzediğini ama bunun yeterli olmadığını söylüyor. Ama bilmiyor ki Johan'a yardımcı olabilecek şeylere de Alma'nın gücü yetmezdi zaten. Bu baştan bitmiş bir hikayeydi. Sen bir şey yapamazdın Alma. Zamanı geleni durduramazsın. Arzuyla başa çıkamazsın.

'Kurdun Saati' adlı filmin 'Persona' filmiyle birçok ortak noktası var. 9”Öncelikle filmde yer alan ki ana kadın karakterin isimleri, Persona filmindeki karakterlerin isimleri; Alma ve Vogler... Persona filmindeki karakterlerin birbiriyle özdeşleşme kurma çabalarını Vartigmemmen'de de görmek mümkün”  Ben ise buna ek olarak, oda üçlemesinin kademe kademe ilerlediğini düşünüyorum. ‘Persona’da maskeleri izledik ama o maskeler hala insanların yüzlerindeydi. Bu filmde ise insanların maskelerini çıkarmaya başladıklarını gördük. Şapkalı kadının ‘yüz’ünü çıkarma sahnesi, bu duruma sembolik bir gönderme olabilir. ‘Utanç’ adlı filmde ise maskeler çıktıktan sonra, insanların ne hale geldiğine şahit oluyoruz. Ve bir diğer ortak nokta ise; filmler boyunca izlediğimiz çiftler, Elisabeth Vogler ve Alma (Persona); Johan ve Alma (Kurdun Saati); Jan ve Eva (Utanç).



Johan ve Alma bir halisünasyonu paylaşıyorlar. Oysa birlikte 7 yıl yaşayan çiftler beraber alışkanlıkları paylaşmazlar mı? Ama ya Johan'ın alışkanlıkları onun iblisleri ise? Alma herkesin sahip olduğu gibi bir hayata sahip olmasa da, o aşık bir kadın ve Johan'ın halisünasyonlarını paylaşmaya da razı. Ama sonunda Alma, daha fazla dayanamayacağını anlıyor. Korkuyor çünkü iblislerin Johan’ı istediklerini, Johan’ı ve onu ayırmak istediklerini biliyor. Ve bir gün Johan’ın günlüğünü yüzüne karşı okuma gafletinde bulunuyor ve gerisi büyük bir hızla gelen yabancılaşma... Johan Alma'ya dışarı çıkmasını söylüyor ve eline silahı alıp, ateş ediyor. Alma sadece artık Johan'ın halisünasyonlarını paylaşmaktan yorulduğu için Johan tarafından terkedilmiyor. Aynı zamanda Johan'ın arzu nesnesi Veronica Vogler geri dönüyor. Ama karşılaşma anında anlıyoruz ki Veronica Vogler aslında ölü. Yani arzunun kayıp nesnesi aslında arzunun ölü nesnesi. Johan Vogler'e usul usul dokunuyor. Sanki biraz sonra canlanıverecekmiş gibi, sanki onu canlandırabilecekmiş gibi, dokunuyor. Ve Veronica o arzu dolu kahkahasıyla uyanıp birden Johan’ın boynuna sarılıyor. Ama yalnız değiller iblisleri orada da Johan’ı yalnız bırakmıyor. Gözetleniyorlar. Ve büyü bozuluyor. Sınır geçiliyor, ayna kırılıyor. Peki o zaman Veronica gerçekten uyanıyor mu yoksa Johan sınırı geçip Veronica’nın yanına mı gidiyor. Gerisi sonsuz aydınlık. Ve ‘kurdun saati’nden kurtuluş.

 10“Kurtların Saati’ni yaptım ve kendi kurt saatimden kurtuldum.”

Şimdi sormak istiyorum. ‘Sevgi ve ilgi adına her şey mübah mıdır?’ Buraya nasıl geldiğimi anlatmama izin verin. Filmde görüyoruz ki Johan’ın amnezisi var. Kimbilir belki de tüm bu halisünasyonlara amnezisi sebep olmaktadır. Johan’ı Johan yapan, bilinç ve bilinçdışı arasındaki sınırı geçmesine sebep olan, hatta belki de ölümün o mutlak sınırını geçmesine neden olan amnezisidir. Amnezinin tanımına bakacak olursak; 11Amnezi veya hafıza kaybı, belleğin (hafızanın) rahatsız olması, bozukluğa uğraması durumudur. Amnezinin nedenleri arasında psikolojik faktörleri gösterebiliriz. Örneğin; geçmişte yaşanmış kötü bir olay. Amnezi sık sık zihnin karışmasına sebep olabilir. İşte tam da burada ‘Güz Sonatı’ adlı filmde es geçtiğim bir cümleyi hatırlatmak istiyorum. ‘Sevgi ve ilgi adına her şey yapılabilir mi?’ Johan’ı cezalandırmak için karanlık bir dolaba kapatıp, onda hiç geçmeyen yaralar açan ebeveynlerine soracak olursak, bu ceza sayesinde Johan ya da Bergman daha iyi bir insan olmuşlardır. Aile bunu, onu sevdikleri için, onunla ilgilendikleri için yapmışlardır. Oysa… Ebeveynler her şeyi bilir sanıyoruz. Ama çoğu zaman burunlarının ucunda duran ve hep orada olan bizleri bile bilmiyorlar. Çünkü bizi tanımak yerine, toplumu tanımayı, onun tarafından kabul görmeyi seçiyorlar. Biz nasıl onların çocuklarıysak, onlar da toplumun çocukları. Biz nasıl onların sevgisine açsak, onlar da toplumun sevgisine açlar. Bu yüzden sevgi ve ilgi adına her şey mübahtır ya da düzeltirsek sevilmek ve ilgi görmek adına…

Hazır bir önceki paragrafta amnezinin ne olduğunu açıklamışken, burada son olarak yine amneziyle ilgili bir sahneyi ele almak istiyorum. Filmden bir sahnede Johan Alma'ya bir zamanlar yılan tarafından ısırılmış olduğuyla ilgili olarak yalan söylediğini itiraf eder. Aslında bir oğlan çocuğuyla boğuşmuş ve onun tarafından ısırılmıştır. Bu sahnenin sonunda çocuğun kafasını taşla ezmiş ve onu suya bırakmıştır hayatından sonsuza dek çıkması için. Bu sahne Bergman'a sorulduğunda bunun sadece ona ait bir rüya olduğunu söylemiştir. Oysa bal gibi Bergman da bilir ki rüya bilinçdışına aittir. O zaman Bergman'ın bilinçdışında hangi oğlan çocuğunu öldürmek istediğini sormak durumundayız. Bunu kendi çocukluğu olarak ele alabiliriz. Çocukluğundan, çocukluğunun onda bıraktığı hasarlardan, ona hediyesi 'kurdun saati'nden kurtulmak ister. Ama ne kadar çocukluğunun kafasını taşla ezse de, onu suya atsa da, çocukluk batmak bilmez. İkide bir yüzeye çıkmaya devam eder. Amnezi nedir? Geçmişi unutuş... Insan geçmişini unutabilir ama bu onu 'kuran' çocukluğunu yine de ortadan kaldıramaz. Çocuğu öldürmek 'ben'ini öldürmeye yetmez. Bir amnezi hastası için ne büyük bir hayalkırıklığı. Peki varsayalım ki Johan çocukluğundan kurtuldu. O zaman ne olur? Sınır geçilir. Işte tam da ayna orada kırılır. Benlik de suya gömülür ve arkasından Johan da. Çocukluğun acılarından ancak ölerek kurtulunabilir. Ve Johan da filmin sonunda bana göre ölmeyi seçer. Filmde sınır geçildi diye bahsedilen durum ölümdür. Sınır geçilir ve geri dönüş yokur. Ayna kırılır.



KAYNAKÇA

1.      Bergman, I. (2007). Büyülü Fener (2. Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.

2.      Ziegler, N. (17 Nisan 2006). The Hour of The Wolf. 20 Haziran 2013, http://www.nikolus.blogspot.com/2006/04/hour-of-wolf-bergman-1968.html

3.      Cündioğlu, D. (2012). Sinema ve Felsefe (1.Baskı). İstanbul: Kapı Yayınlar.

4.      Shargel, R. (Ed.). (2012). Ingmar Bergman; Sinematografi İnsan Yüzüdür (1.Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.

5.      Bergman, I. (2007). Büyülü Fener (2. Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.

6.      Shargel, R. (Ed.). (2012). Ingmar Bergman; Sinematografi İnsan Yüzüdür (1.Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.

7.      Hour of the Wolf. (b.t.). 20 Haziran 2013, http://www.soiledsinema.com/2012/02/hour-of-wolf.html?zx=55451e3c61910292

8.      Ziegler, N. (17 Nisan 2006). The Hour of The Wolf. 20 Haziran 2013, http://www.nikolus.blogspot.com/2006/04/hour-of-wolf-bergman-1968.html

9.      Ingmar Bergman: Vargtimmen- Kurdun Saati. (b.t.). 20 Haziran 2013, http://www.izdiham.com/index.php/ingmar-bergman-vargtimmen-kurdun-saati

10.  Shargel, R. (Ed.). (2012). Ingmar Bergman; Sinematografi İnsan Yüzüdür (1.Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.

11.  Amnezi. (b.t.). 20 Haziran 2013, http://tr.wikipedia.org/wiki/Amnezi






Yorumlar

  1. Bergman,kendine özgü metafiziği olan,zirve bir sanatçıdır.Filmleribaştan sona metafiziktir.Arayıştan çok irdelemler ve yaşantılar vardır.Filmlerinin büyülü olmasınınnedeni metafizik soruları sloganlaştırıp gözüünüze sokmamasıdır.

    YanıtlaSil
  2. bu emek için teşekkür ederim. kimliğinizi öğrenmek isterim. şimdiye kadar gördüğüm en iyi bloglardan bir tanesi. sevgilerimle.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alice Diop- Saint Omer

Ingmar Bergman- Höstsonaten/ Güz Sonatı

Ingmar Bergman- Scener er ett äktenskap/ Bir evlilikten manzaralar