Sahi Nasıl Başlamıştı Her Şey?
Ne kadar çok televizyon izliyorsun diyor, bir tür bağımlı gibisin. Kabul ediyorum. Sonra aslında nasıl başladığını anımsamaya çalışıyorum. İlk hatırladığım çocukken sabahları çok erken kalktığım ve kimse kalkmadığı için beni ılık sütümle televizyonun karşısına koydukları. Sevdiğim ve bildiğim bir program çıktığı zaman, bir tanıdık görmüş gibi olma ve güvende hissetme hali…
Sonrasında Cine-5
günleri… O zamanlar film seçme imkânımız yok, arka arkaya filmler
yayınlanıyor. Karşısına oturup saatlerce film seyrediyorum. Biri başlıyor, biri
bitiyor ve aslında hiçbir şey anlamıyorum. Ama bir şekilde güvendeyim, bildik
ve tanıdık bir yerdeyim. Yalnız değilim.
Bunlar hep Afyon’da
büyümekten aslında. Çevrende seni anlayan ve anlama ihtimali olan o kadar az
insan olunca, televizyon ile arkadaşlık etmekten başka çare de yok sanki.
Aralarda kaset de
kiralıyoruz. Biri bitince biri ve sonra diğeri. Bir gün babam eve geliyor, elinde bir kart var. Kaset kiralama dükkanının sahibi, Afyon’daki
sinemanın işletmesini almış. Ben de sürekli kaset kiraladığım için, abonman
gibi bir şey vermiş babama, Nazlı film izlemeyi sever diye. Ve ben bu kart ile
her hafta ücretsiz bir film izleyebiliyordum. Eğer ünlü bir yönetmen, oyuncu, senarist
vb. olsaydım, hayat hikayemi anlatmaya tam da buradan başlardım.
Sonra ise
Digitürk geldi. Artık aylık kataloğu alıp, izlemek istediğim filmleri kataloğundan işaretleyebiliyor
ve zamanına göre kendimi ayarlayabiliyordum. Bir devrim! Akabinde ise, CD
kiralama günleri… Filmlerin çoğunu izlediğim için, film seçmede aşırı
zorlandığım ve bu yüzden saatlerce dükkândan çıkamadığım günler…
Dedim ya,
yaşadığım çevrede anlaşılmak zordu. Filmleri tutkuyla izliyordum ama paylaşacak
kimsem de yoktu. O yüzden sinemaya tek başıma giderdim. Bir süre sonra
sinemaya tek başına giden diğerleri ile yakınlaşıp, hep beraber gitmeye
başladık. Hala o günleri güzel hatırlarım. Çok uzun zaman
film seçme şansımız olmadığı için, hep beraber toplaşıp ne varsa onu izliyorduk.
O zamanlar Türk komedi filmlerinin revaçta olmamasına seviniyorum. Yoksa sadece
onları izlemek zorunda kalırdık.
İzledikçe hafızam
da fena çalışmadığı için, oyuncuları, film adlarını ve yönetmenleri kaydetmeye
başladım. Kafamda bir arşiv oluşmaya başladı. Beğendiğim kişilerin işlerini
takip etmeye, filmler arasında ilişkiler kurmaya başladıkça daha çok izledim,
daha çok sevdim.
Üniversitede festivallerle
tanıştım, daha seçici olmaya başladım. Filmler üzerine konuşma ve konuşacak kişiler
bulma imkanım arttı. Ve sonra bir gün biri, neden filmler üzerine yazmıyorsun
dedi. Aşırı yetenekli insanlar varken, benim yazmam hakaret gibi gelmişti başta
ama o, 5 yıl gerçekten kendini verirsen ve istersen, bir işte uzmanlaşmaman
için hiçbir sebep yok dedi. İnandım, başladım ama aslında gerçekten o 5 yılı
vermedim. Kaçmaya ihtiyacım olduğu bir anda, her şeyi bırakıp bambaşka bir yerden tekrar başladım. Film izleme maceramı da, bana o günleri anımsatan diğer her şey ile birlikte bir rafa kaldırdım ve sonra neden kaldırdığımı unutup tozlanmaya bıraktım.
Şimdi dönüp
baktığımda, neden bu kadar tutkuyla film seyrettiğimi, orada dertlerimi
unuttuğumu, avunduğumu, mutlu olduğumu, heyecanlandığımı biliyorum. Çünkü o
çocukluktan gelen bir dost benim için, en yalnız hissettiğim ve kaybolduğum
zamanlarda, en kaçmak istediğim ama asla kıpırdayamadığım zamanlarda bana kapı
açan, elimden tutan, sırtımı sıvazlayan. Belki bunu yazmak biraz acıklı ama ben bu acıdan iyi bir şey çıkarabildiğimi sanıyorum.
Kendimi hayatın
akışına çokça kaptırdığım ve filmlerimi, yazmayı terk ettiğim bu son 5 yılda,
aslında sadece yine kaçmaya çalışmışım ama kendimden asla kaçamazmışım. O
yüzden hoş geldin eski dostum, tekrar hayatıma hoş geldin. Hadi birlikte kaçalım…
Yorumlar
Yorum Gönder