Ingmar Bergman- Höstsonaten/ Güz Sonatı
“Bir anne ve kızı…
Duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kompozisyonu.”
Bergman’ın 'Güz Sonatı' adlı filmi, Eva’nın annesi Charlotte’yi
kendisi ve kocasıyla birlikte kalması için papaz evine çağırmasıyla başlar. Ona
bir mektup yazmıştır. Mektupta sevgi dolu sözcükler vardır. Annesi davete
icabet ettiğinde ise, Eva daha annesini ilk gördüğü anda aşırı mutlu olmuştur.
Annesi de aynı çoşkuyla karşılık vermiş, durmadan konuşmaktadır. Oysa Eva’nın
mutluluğunun altında nefret etme korkusu, Charlotte’ninkinde ise sevme korkusu
yatar. İşler hiç göründüğü gibi ilerlemezken, Bergman bizlere sevgi ve nefretin
madalyonun iki tarafı olduğu klişesini hiç de klişe olmayan bir filmle anlatır.
Çünkü bu filmde bu madalyonun bir yüzü daha vardır; korku. Eva yıllardır
annesinin baskıcılığına ondan nefret etmeye korktuğu için katlanmıştır.
Charlotte ise yıllardır kızını sevmekten korkmaktadır. Bu durumunu filmdeki
büyük yüzleşme sahnesinde şöyle dile getirmiştir: “Senden her zaman korktum. Beni sevdiğini görüyordum. Ben de sevmek
istiyordum ama isteklerinden korkuyordum.” Korku bizi bir çıkmaza
sürüklüyor, bizi felç ediyor. Bu korku iliklerimize kadar işliyor.
Charlotte’nin durmadan konuşmasında, Eva’nın annesine hizmet etmek için kendini
parçalamasında… Birbirlerine bakarlarken aslında bir nevi aynaya bakıyorlar.
Diğer bir taraftan bu korku, film ilerledikçe bir suskunluğa dönüşüyor. 1Yalnızlık ve sessizliğin yanına
konulabilecek bir öteki mevzu da pişmanlık kavramıdır. Hem konuşmalarının
hem susmalarının nedeni ortada; pişmanlık. İçini günden güne kemiren, nefesini
çalan, kaçma hissi uyandıran hep o pişmanlık.
2Charlotte
takıntılı, histerik, tutkulu, güçlü ve yalnız, sırt ağrısı çeken, başarılı bir
piyanisttir. Kızı Eva ise fedakar, sade, sinik, dindar ve tutkusuzdur. Charlotte’de
klasik bir dominant/baskıcı anneyi görürüz. Eva ise pasif ve silik kız
çocuğudur. Yukarıda, yaşamak zorunda bırakıldığımız senaryolar annelerimize ait
metaforunu kullanırken, annelerin bunu her zaman bilinçli bir şekilde
yaptıklarını kastetmedim. Bazen sadece bizim annelerimiz oldukları için bile
bize verilen senaryolar böyle oluyor. Bazen onlar hiç fark etmeden bizim
geleceğimizi şekillendiriyorlar. Yani Charlotte böyle olmasa, belki de Eva’nın
elinde bambaşka bir senaryo olacaktı. Belki daha fazla yere bakmayacak, bu
kadar korkmayacaktı. Aslında Eva ne kadar da evliliğe uygun gözüküyor değil mi?
Acaba… Acaba Eva bu fotoğrafa mı ait yoksa annesinin sebep olduğu yıkıntılardan
yeni bir ‘ben’ mı inşa etmeye çalışıyor? Başta Eva’nın konuşmasını duyuyoruz: “Kişi nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmeli.
Her gün üzerinde çalışıyorum. En büyük engelim kim olduğumu bilememem. Kör gibi
el yordamıyla arıyorum. Eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime
bakmaya cesaret edebilirim belki.” Peki sen kimsin Eva, biz kimi sevelim,
olduğun ne? Bunu söyleyemiyor Eva çünkü onun senaryosu da böyle işte; erken
yaşta annesi tarafından düzenli olarak terk edilen ve ömrü boyunca anneye bağımlı kalan bir çocuk.
3Ayna
imgesinin kişiliğin aktarımına, kaybına ya da kazanımına dair analojik bir
köprü olarak inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Eva’nın ‘kendi’ diyebileceğimiz hiçbir şeyi yok. Eva diye
biri yok aslında. Bu aşamada annenin sözleri geliyor aklıma “Yoksa bazı insanlar sevme
konusunda daha mı yetenekli oluyorlar. Ya da bazı insanlar yaşamak
yerine sadece var mı oluyorlar?” Bu cümleye Eva’nın ağzından bir cümle
eklemek istiyorum: “Bazı insanlar var da
olamıyorlar anne” Hayatı boyunca hep bir şeyi bekleyip mutlu olamayanlar
gibi. Hep bir şeyin olmasını beklersin, onu/o şeyi bulunca, elde edince, sahip
olunca, yapınca mutlu olacağını söylersin kendine. Beklediğin o ya da o şey
artık onu beklediğin için gelmeyecektir. O ‘şey’ Eva için ‘anne’sidir. Yani
arzu nesnesi. Aslında hepimizin ilki. Ama Eva’nın hep’i. Hiç sahip olmadığı,
aradığı bulamadığı, bulduğu aslında aradığı olmadığı. Eva sürekli Charlotte’ye
yani annesine kavuştuğunu sanar ama aslında asla kavuşma olmaz. Çünkü o
Charlotte’yi istememektedir artık. Kafasında idealize ettiği yeni bir anne
istemektedir. Ve maalesef bu imkansızdır. Bu öyle bir tatminsizliktir ki, artık
kendini sevgi diliyle değil, nefretle tanımlar: “Hangisinden daha çok nefret
ettiğimi bilmiyorum. Evde olmandan mı yoksa turnede olmandan mı?”
4“Kız
çocuğunun sağlıklı bir cinselliği olabilmesi için ilk arzu nesnesi olan anneyi
değiştirip, babayı ve fallus sahibi olmayı arzulaması, ilk arzu nesnesine karşı
da fallussuz olduğu ve kendisine bir fallus veremediği için bir husumet
beslemesi gerekiyor. Dahası arzunun öznesi olmaktan çıkıp, babanın arzunun
nesnesi olmaya başlaması gerekiyor.” Ama filmde babanın adı neredeyse hiç
geçmiyor. Eva için bir baba yok. Yok çünkü Charlotte çocukluğundan beri Eva’nın
yanında bulunmayarak ne babayı var etmiş kızı için ne de kendisi var olabilmiş.
Küçük yaşlardan beri annesi Charlotte’yi bulamayan Eva onu ‘öldürememenin’ yanı
sıra ona bağımlı hale gelmiş. Ne babayı arzulayabilen ne de kendine bir kimlik
inşa edebilen bir kız, böylece farklı bir anne kompleksi geliştirmiş. Anneye
karşı direnç sağlaması gereken Eva aksine anneyle özdeşleşmiş. Diğer bir
taraftan burada özne olmayan ne kadar Eva gibi gözükse de, filmin sonuna doğru
yaptığı konuşmalara istinaden asıl Charlotte’nin özne olmaya ihtiyaç duyduğunu
düşünüyorum. 5“Öznenin
kendinden bağımsız/ayrı gördüğü bir başkasına ihtiyacı vardır. Ancak bu öznenin
özne olabilmesi, yani kendini bilmesi ve tanıması için zorunlu bir süreçtir ve
bu süreçte başkası bir tehdit olarak algılanır. Böylece başkası baskı altına
alınması gereken bir öğe olur ve baskılanır.” Charlotte’nin Eva’ya tavrı
nedense bana bu alıntıdaki cümleleri hatırlatıyor. Sonra şu sözler yankılanıyor
kulaklarımda:
“Hiç olgunlaşamadım.
Yüzüm ve vücudum yaşlandı. Anılar ve tecrübeler edindim ama içimde henüz
doğmamıştım bile.”
Bergman’dan yine bir yüzleşme filmi. Bergman’ın babasıyla olan
sorunlarını genelde bilinir. Bütün biyografilerinde bu nota rastlamak mümkün.
Fakat her zaman merak ettim; neden babasıyla olan sorunlarıyla anne ve kızlar
ya da genel olarak kadınlar üzerinden yüzleşiyor diye. Buna verecek ilk cevabım
filmlerini izledikçe Bergman’ın tam bir kadın yönetmeni olduğudur. Bergman
kadınları iyi tanıyor ve onları anlıyor. İkinci cevabımı ise, film üzerine
biraz araştırma yapmak için yine ‘Büyülü Fener’i karıştırırken aldım.
Bergman’ın babasıyla ne kadar sorunu olsa da onunla zamanında bol bol yüzleşmiş
ama ya annesiyle? Yıllar sonra konuşmuş onunla, içindekileri dökmüş usulca ama bu bir yüzleşme sayılır mı?
Bergman çocukluğunda yaşadığı tüm zorluklardan dolayı alttan alta annesini
suçluyor olabilir mi? Bence durum tam da böyle. Aslında Bergman tüm olanlar
için sadece annesini suçluyor. Ve onunla asıl yüzleşmesini filmlere saklıyor.
Ya anneyle yüzleşme (Güz Sonatı) ya büyükanneyle yüzleşme (Yüz Yüze) ya da
özdeşleşmeyi sağladığın herhangi biriyle yüzleşme (Sessizlik)… Bu film onun
özgürlüğü aslında.
6“Dört
yaşındaki yüreğim ona duyduğum köpeksi bağlılıkla tükeniyordu.
Anneme aşırı
bağlılığım onu rahatsız eder, sinirlendirirdi. Sevgi açlığım ve şiddetli
patlamalarım onu kaygılandırırdı. Çoğu kez soğuk, alaycı sözcüklerle beni
yanından uzaklaştırırdı. Öfke ve düş kırıklığı içinde ağlardım.”
Charlotte’ye baktığımızda aslında Bergman’ın kendi
annesinden kimi parçalar bulmak da mümkün. Uzaklığı, aşırı sevginin onu
bunaltması vs. Ne kadar Charlotte bunu korkudan, Bergman’ın annesi ise bunu çocuğunu
iyi yetiştirmek adına yapıyor olsa da küçük bir çocuk için her şey nedensizdir.
Charlotte’nin aslında ilgiye aç olması gibi Bayan Bergman’ın da tahammül
edemediği tek şey ilgisizlik. 7“Annemin
ilgisizliğe ve kayıtsızlığa katlanamadığını anlamıştım: Ne de olsa bunlar onun
kendi silahlarıydı”. Bu cümlelere baktığım zaman Bergman’ın annesiyle
yüzleşebilmek için böyle bir film çektiğine dair hissim güçleniyor. Ah o
hayaletler, peşimizi hiçbir zaman bırakmıyorlar.
Bu yazıyı yazmadan önce filmle ilgili bir çok şey okudum.
Ama hiçbir yerde (belki de gözden kaçırmışımdır) Chopin’le ilgili ayrıntılı bir
analize rastlamadım. Belki de dikkatim, besteciyi çok sevdiğimdendir. Ben
filmde çalınan 2.Prelüd’e takıldım. Yani ‘La Minör Prelüd’ü. Filmde bu sahne
inanılmazdı, hatta o büyük yüzleşme sahnesinden bile çok sevdim bu kısmı. Anne
muazzam bir edayla Chopin’i yorumlarken adeta kendini anlatmaktadır. Eva ise
annesine bakarken tüm uyumsuzluklarını görür adeta. Hiçbir şeyin
düzelemeyeceğini, köprünün altından çok sular aktığını hatta hala aynı anne-kız
olduklarını, Eva’nın küçüklüğündeki gibi. Evet köprünün altından çok sular
akmıştır ama diğer bir taraftan da bazı şeyler hala aynıdır. Anne ve kız hala
kötü bir kombinasyondur. Hala kızının mutsuzluğu annenin zaferidir.
Bergman’ın Chopin prelüdleri içinde La Minör Prelüdü’nü seçmesinin
filmin doğasıyla ve anne-kız çatışmasıyla muazzam bir uyum gösterdiğini
düşünüyorum. Andre Gide’in bu parçayı anlatırken yazdığı satırlara yer vermek
istiyorum: 8“Ahenkten yoksun
olduğuna kuşku yok; bütün prelüdler içinde en yoksunu odur, ve uyumsuzluğu
bundan daha ileriye götürmek de mümkün değildir. Chopin o eserde gerçekten
benliğinin en uç noktalarına, öz varlığının parçalandığı bölgelere uzanmak
ister gibidir…..Parçanın çok yalın, çok sakin üst partisi, huzura, ahenge
götürmeyecek hiçbir unsur içermez; ama alt parti, insanın yakınmalarını
umursamadan, durdurulamaz yürüyüşünü sürdürür.” Andre Gide bilmeden
Charlotte ve Eva’yı anlatır sanki. O muhteşem anne-kız uyumsuzluğunu... Eva da
benliğinin en uç noktalarına, öz varlığının parçalandığı bölgelere uzanmak
istemez mi o anda? Ya da parçanın yalın üst partisi bilinci, ama yürüyüşünü
durmaksızın sürdüren alt parti bilinçdışını çağrıştırmaz mı bizlere? O an ikisi
de birbirine karışmaz mı? Ve Eva anlar bunun imkansız bir aşk olduğunu, tam da
o an anlar. Ve bu aşktan kurtulmayı o an kafasına koyar. Artık gitme vakti
gelmiştir.
KAYNAKÇA
- Bilge, H. (20 Kasım 2009). Yalnızlığın Dibinde: Autumn Sonata (Sonbahar Sonatı). 24 Mayıs 2013, http://www.sanatlog.com/sanat/yalnizligin-dibinde-autumn-sonata-sonbahar-sonati/
- Aslan, M. M. (17 Haziran 2012). İki Yönetmen ve Sinemada Kesişen Akslar. 24 Mayıs 2013, http://mujdearslan.blogspot.com/?zx=895d5af7fe62986f
- Demirci, T. T (3 Nisan 2012). Lacan’ın Ayna Evresi Kuramı Üzerinden Persona Filminin Psikanalitik Yüzleri. 24 Mayıs 2013, http://surrealismus.blogspot.com/2012/04/lacann-ayna-evresi-kuram-uzerinden.html
- Yurttaş, H. (2010). Kristeva Konfreransı Ardından Dişi Özne Üzerine. Amargi Dergi, 18, Güz.
- Helene Cixous. (b.t.). 24 Mayıs 2013, http://mutlaktoz.wordpress.com/helene-cixous/
- Bergman, I. (2007). Büyülü Fener (2. Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.
- Bergman, I. (1987). Büyülü Fener (2. Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.
- Gide, A. (1983). Chopin Üzerine Notlar. (1.Baskı). İstanbul: Can Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder